DUBROVNİK ve civarı

Geçen hafta içinde annem ile yaptığım geziyi anıcıklarım, fotoğrafçıklarım ve gözlemlerim eşliğinde size anlatmak istiyorum

Amacım da, açıkça söylüyorum, merakınızın çoğunu gidermeye çalışıp faydalı bir Dubrovnik rehberi yazmak

Annemin eski bir hayaliydi araba ile Dalmaçya kıyılarını araba ile gezerek İtalya’ya uzanmak

Bu tatilden sonra benim de yeni hayalim oldu 🙂

Öncelikle tatilin organizasyonu ile başlamak isterim

Seçtiğimiz turun 4 gün 4 gece 3 yıldızlı otelde oda-kahvaltı paketine katıldık: kişi başı  450 euro civarında ücret ödedik

Tura uçak,havaalanı transferleri, kısa şehir turu dahil idi

1 euro 7,2 kuna civarında oynuyor, oradan hesabınızı yapın

Ayrıca herkes gayet ingilizce konuşuyor

Sabah uçağı öğleden sonraya alındı, zaten 1 gece kayıptı, 1 gündüz de kayıp oldu falan filan derken zaten işin gerçeği bildiğiniz üzere bunlar turların cilveleri, o yüzden her zaman en güzeli havaalanından araba kiralayarak, keyfinize göre dolaşarak konaklamak (örnek: aldığınız ekstra tur sonrası otelinize veya merkeze dönmek saatler sürüyor, araba ile kullanışlı bir rota çizerek gittiğiniz noktada kalarak devam eder ve harala güreleyi engellemiş olursunuz)

Otel ve ulaşım konusunda da bir giriş yapmak isterim:

Kaldığımız otel 3 yıldızlı Argosy oteli idi, Bobinkuk bölgesinde yer alıyor, seyahate çıkmadan otel hakkında 30-40 civarında yazı okudum internetten. En sonunda otelden ne bekliyeceğimi bilmez haldeydim 🙂

Şehrin merkezine yakın değil, yani en azından yürüyerek, taksi 11 euro tutuyor, otel resepsiyonundan çağırttırabiliyorsunuz, zaten öyle sık ve rahat otobüs seferleri (6 numaralı otobüs hattı kullanılıyor bizim otele) var ki taksiye ne hacet, bilet gazeteci kiosklardan alırsanız 10 kuna, otobüsten alırsanız 12 kuna, günlük bilet alabiliyorsunuz, ayrıca turist information noktalarında 1 ve 3 günlük otobüsünde dahil olduğu, sayılı müze girişi olan şehir kartları satılıyor, biz tur almaktan dubrovnik içine çok zaman ayıramadağımız için almadık, Siz eski şehire ayıracağınız vakti hesaplayarak bunları tercih edebilirsiniz

Bir akşam  (ilk akşam) açık büfe yemek aldık, kişi başı 145 kuna ve gerçekten yok yoktu, et ve balık çeşitleri (tavuk ve domuz yoktu), pizza ve makarnalar, peynirler, salatalar, ızgara sebzeler, şarküteri ürünleri, tatlı ve meyve çeşitleri şeklinde uzuyor gidiyor, yanına neffis bir Hırvat roze şarabı 120 kuna, tabii bu fiyatlar hem oraya hem de buralara göre çok mütevazı, servis dahil her şey çok başarılı, aynı şekilde sabah kahvaltıları da açık büfe ve yok yok, çoook lezzetli

kahvaltıda hazırladığım şarküteri tabağım, kahvaltı mı şarap tabağı mı :))

otelin restaurantının teras bölümü

otelin orta avlusu

odanın balkonundan görünüm

Oda tertemiz, banyo pırıl, havlular, sabunlar, duş jelleri her şey mevcut, mini bar ağzına kadar dolu

Bir tek balkon çok pırıl diil, masası ve sandalyesi var, her türlü yetti

He kapı biraz inceydi, oda servisi yoktu e zaten 3 yıldızlı oteldeyiz, yıldızının üzerinde bir servis ve kalite vardı, burası da şiddetle tavsiye olunur

Yürüyerek 5-6 dakika süren aşağıda bir kumsalı var ‘Copacabana Beach’, kullanamasam da gittim, gördüm, gayet temiz yemeği ve su sporları olan bir kumsal, buraya ulaşan ve bu otel grubunun içinde dolanan yürüyüş yolu da çok doğal, sabahları spor yapmak isteyenler için ideal, ayrıca tabii ki bir de havuzu bulunmak ta

Her akşam orta avluda canlı müzik var, eski şehirden dönünce son bir demlenmek için ideal

Gelelim yediklerim, içtiklerim az da gördüklerimeee

İlk vardığımız gün rehberli şehir turu sonrası otobüsü beklerken surların tam dışında Dubravka 1836’da bekleme yaptık, ööle internette yazılanlar gibi saçma bir yer değil, her türlü yiyecek ve içecek var ve gene yazılan her şeyin aksine gördüğüm tüm garson ve diğer servis elemanları gayet güleryüzlü ve nazikler (1 en fazla 2 örnek hariç), servisler gayet normal hızda, ya da çok mu şanslıydım acaba :))))

Neyse mekan öyle  çok pahalı değil, deniz ve sur manzaralı gayet hoş, tam karşısında da gene internet ünlüsü Nautika restaurant var, tadım menüsü 95 euro, öyle diyim size :))) tabii manzarası ve ortamı gayet nezih

Duvravka 1836

Nautika'nın görünüşü

Gelelim ikinci güne;

Seyahatin hedeflerinden biri de az da olsa biraz yüzmek ve güneşlenmekti, Karaka isimli Akdenize özgü ‘carrack’ stili gemi ile günlük Elaphite adaları turunu seçtik (60 euro, açık büfe yemek ve bir kadeh içecek dahil), sabahtan yeni şehride şööyle bir görerek Gruz limanından açıldık, adalar çok uzak değil de inanılmaz rüzgarlıydı, çoğunluk orta tarafa doluştu, tabii böyle rüzgarda yanmak çok kolay oldu  🙂

Karada gemimiz

Gruz limanından manzara

Gruz limanından ayrılırken

Franjo Tudman köprüsü

İlk durak Kolocep adası,  minik koyun içinde ki otelin önünde kumsala yanaştık, su oldukça serindi, otelin duşlarını rahatça kullanıyorsunuz, sonra koyu bitirip yürüyüş yolunun sonuna vardığımda ‘soğuk suya girmekle cebelleşmek yerine keşke burada takılsaydık’ dediğim bir mekan buldum, tam uçta, diğer adalara bakan bir restaurant ve güzel terası, içine giremedim ama tekneden ne olduğu belli oldu sonrasında (sahilde o kadar rüzgar vardı ki kumlar burnuma giriyordu) minik bir market ve 2 tane de kafesi var adanın

villa zua'nın girişi

villa Zua'nın denizden görünen terası

2. adamız Sipan adası, koyda daha çok ev var cafe sayısı fazla ve kumsal yok, ama yol kenarlarına merdiven yapmışlar,

Önce sokaklarda kaybolayım dedim tabii minicik olduğu için çabucacık bitti ve kendimi buzzzzzz gibi sulara attım, soğuk moğuk insan kendine geliyor, bir kaç bina da aparment ve sobe yazılı işaretler vardı, kafa dinlemek veya kitap yazmak ya da resim yapmak için tercih edilebilir :))

Bu 2 ada da bizim Sedef adası tadında, az ev, minik koy, 1 market şeklinde ve çok şirinler

Bu adadan da ayrılırken açık büfe tezgahımız kurulmuştu bile, yemekler sıra sıra ve bol çeşitte geldi

İçerideki mekanlar klimalı olduğu için orada yemeğimizi yedik derken 3. adaya da yanaştık

Lopud adası en büyük ve renkli olan ada

Zaten 3 saatte süremiz vardı, arka tarafında elektrikli arabalar ile gidilen çok güzel bir kumsalı varmış, yeltenmedik çünkü dönüş saatini ayarlayamayız diye çekindik diyeyim

Limanın hemen yanındaki kumsal gayet temiz ve gene buzzzz, kumsalın başındaki dondurmacı harika bir serinleme noktası, Kosovalı olan çalışanlar Türkçe konuşuyor :))

Yüzme faslı bitince koyun çoğunu yürüyerek gezdim, ara sokak sayısı çoktu ve fakat vakit kalmamıştı, burada da pansiyon var, lokanta sayısı daha fazla

Gene yürümeye vakit ayırmak yerine deniz mahsulleri şöleni yaşanabilineceğini anladığım çok şık bir restaurantı da var,

Limana girişte sol tarafta kalan kiliseyi de atlamayın, gezin, sanki 2 dakika önce ayin olmuş havası var, huzurlu, mumlu

sahili ve ucundaki kilise, gezmeden geçmeyin kilisey

çok şirin bir dükkan, bakmadan geçmeyin

Konoba Obala, bahsettiğim deniz mahsülcü

adanın haritası

Dönüş vakti gelince 6 gibi limana vardık, özellikle 1 hafta kalacaksanız mutlaka bu geziyi yapınız bir de Korçula adası çok güzel  diye duydum ama daha önce de dediğim gibi günübirlik gezmek için ideal diğer türlüsü biraz inziva türevine giriyor

akşam eski şehirde yemeğe marş maarrşşşş

İnternetten yaptığım restaurant araştırmalarında iki isim çok öne çıkıyordu Lokanda Peskarija ve Kamenice

İlk eski şehir akşamımızda denizi de görelim diye Lokanda Peskarija’yı tercih ettik, Türkçe dahil bir sürü dilde menüsü ile bizi karşıladı, kısa ve lezzetli bir menü fiyatları da aşağıda

Balık pate- hayatımda yediğim en güzel şeylerden biriydi, kıvamı tadı, balıklı mousse yiyormuş gibi hem hafif hem ağızda eriyor, ne-fis

Yağda peynir- bir kaç yerde okumuştum ancak kaşarın hallicesi gibiydi, başka yerde de denemek lazımdır (kavanozda zeytinyağında dizili küçük tekerleklerin görüntüsü fazlasıyla seksi aslına 🙂

İstiridye- İstiridye istiridyedir, seveni bayılır, çiğ deniz mahsulüne limon sıkılır ve gırtlaktan gönderilir, yoğun bir dokusu olduğu için en azından tadımlık yenmeli

Karışık Deniz Mahsülleri- Tabii ki gecenin bomba tabağı, midye, kalamar, bebek ahtapot, sardalya, karides ve uskumru kocca bir tencerede geldi oturdu masanın ortasına, insanın elini çekmesi 2 dakika boş bırakması mümkün olmuyor, çook lezzetliiiii , 160 kuna

Yanında 1,5 litre beyaz şarap (135 kuna) ile beraber 445 kuna ödedik, bence değer lezzetimiz ve keyfimiz pek yerindeydi doğrusu

Lokanda'nın en köşesinden manzaracık

3. günümüzü denize girmek ve eski şehri iyice gezmeye adamışken havanın rüzgarı ve serinliği denizsiz programa yönlendirdi bizi

Bizim otelden çıkıp 6 no’lu otobüse binip 3 durak sonra indiğinizde minimal ölçülerde bir alışveriş merkezi ve büyük bir süpermarket var ‘tommy’, ve bu merkezciğin yanından sahile kadar inen 2 yanı kafeler ve dükkanlarla dolu çok keyifli bir yürüyüş yolu var, önce bu yolu keşfedip sahiline baktım, sol tarafta denize girilebilecek bir beach var, rüzgardan dolayı uğraşmayıp sağdan otelin önünden giden patikayı takip ettim, patika boyu yazlık evler, sürpriz mini oteller var, sol tarafta da merdivenler yardımıyla mini denize girme noktaları yaratmışlar, bu patikacık ta yürümek güzel manzara ve sükunet sunuyor size, değişik bir alternatif olabilir

Tommy’den şarküteri ve içki alışverişi yapıp (pate çeşidi çok ve ucuz, tavuk, domuz, et ve ciğer, peynir çeşitleri de çok ve ingilizce yazmıyor, market görevlisinden yardım isteyebilirsiniz) buraların geleneksel yemeklerinden pizza yemeye yürüyüş caddesine gittik, kocca bir bir pizza, 1 şarap ve 1 kolaya 65 kuna verdik, oradan annemi ve market malzemelerini otele bırakıp otobüs ile eski şehiri keşfe yollandım

Ucuz yollu bir Dubrovnik kitabı edindim, az çok öğrendiğim yolları kafes stratejisi ile takip etmeye karar verdim,

Hepsinden önce ilk iş Franciscan Manastırı’nı gezdim, Avrupa’nın en eski 3. eczanesi bulunuyor ve içeride eski sıvı ve kuru ilaç kapları sergileniyor, ayrıca çok huzurlu ve yemyeşil minicik sütunlu bir avlusu var,

Daha sonra ana cadde Stradun’un girişten sağ tarafı s’ler çizerek dolaştım, minicik yollar, biten yolların yanından başlayan başka yollar, cafecikler, restaurantlar, dükkanlar, bu kaybolmanın bir anında surların tepesine kadar çıkan dik merdivenlere kendimi vurmaya karar verdim, çocuk parkı, sokaklarda tezgah açanlar, iki bina arasına gerili iplerde çamaşırlar, yarı açık bir kapıdan görünen yeni banyodan çıkmış havlulu bir kadın, kediler, denize doğru bu tepede ki yolu takip ederken bir anda ‘cold drinks’ yazan oku takip edip surların dışında buldum kendimi cafe           ,   Lokrum adasına nazır tepemde surların altında güzelce soluklandım, aşağıda denizden kanocular geçti gitti

Tepe yoluna devam edip St.Ignacio kilisesinin meydanında buldum kendimi (genelde kapılarında isimleri yazmıyor, kitap ve harita yardımı şart), gene cafe geniş sakin bir meydan, kiliseyi mutlaka gezin, mum da yakarsınız (girişler ücretsiz nasılsa), içerisi çok güzel restore edilmiş ve içindeki her şey çok göz alıcı

Meydanın yanındaki merdivenlerden sağa kıvrılarak kemerli sokaktan ‘arch cafe’nin yanından gene mekan dolu bir meydana çıktım, aralardan dolandım Rector’s Palaca eser çeşitliliği açısından kentin gerçek tarihçesini çok iyi yansıtıyor, kesin gezin, bu yapı ve yakınındaki kilise sütunları zaten görüveriyorsunuz, binalara gire çıka salın kendinizi sokaklarda :))

Stradun’un karşı (sol) tarafını da s’ler çizerek gezdim, so taraftaki bir üst caddecik meyhaneler caddesi, yan yana bir sürü restaurant var, Captain en uygun ve samimi gözükeni bir de Konoba Rozario çok tavsiye ediliyor ama belli ki tuzlu

Çok tavsiye edilen Buffet Skola’dan bir sandviç aldım yolda, prosciutto ve peynirli nefis, ılık ve çok lezzetli ekmekten yapılan sandviç 25 kuna civarındaydı, minik çok mütevazı bir mekan, elinize alıp gezinebilirsiniz

Sokakların hepsinin başında o sokaktaki mekanların isimlerinin ve ne dükkanı olduklarını yazan bezden tabelalar var , çok yardımcı oluyor

Limanın içinden surların kenarından geçen yolu takip edip mendireğin sonuna ulaştım, oturup soluklanmak için çok hoş bir nokta

Orlando’nun Sütununun ordan denize doğru girip sola kıvrılınca Sv. Dominika caddesinden yürürken sosyetik Gil’s restaurant’ın sırasında çok güzel bir hediyelik dükkanı var, biraz fiyatlı ama orada gezinirken hiç bir yerde görmediğim cicişler var, uğramadan etmeyin

Tekrar annemle buluşarak ver elini Kamenice, dev midye güveç, siyah risotto ve etli makarna ile ‘biraz’ şarap tercihimizdi, 225  kuna hesap ödedik, midye çok çok çok lezzetliydi, gördüğümüz şarküteri ve kalamar tabakları da bir o kadar ihtişamlıydı, risottoya gelince, 3 ayrı yerde risotto yedim, her şeyin başı kesinlikle risotto pirinci kullanmıyorlar, italyan etkisini yansıttıkları ıslak deniz mahsullü pilav dersek daha uygun olur bence, mürekkep balığı mürekkebinden dolayı siyah olan bu yemek orta lezzette (kaşık kaşık attığım peynire rağmen), zaten porsiyonlar inanılmaz büyük, hiç bir şeyi bitirmek mümkün diil, etli makarna gayet güzel, midye ise tek kelime ile muhteşem, ekmek kırıntıları, sarımsak, maydanoz, bol sulu bir şekilde, yanında el yıkamalık limonlu suyu ile pek keyifli oldu, biz kalkarken en az 15 kişilik kuyruk vardı

Bu tarz başlayan geceyi rahatlıkla sokak aralarında ki her türlü barlarda ve cafelerde tamamlayabilirsiniz

Devamında Karadağ var

Keyfiyetle’den ayrılmayınnnnnn

Bir Yorum Bırakın


*